27 Aralık 2012 Perşembe

Sağırın Sesleri


Tütünlü bir akşam ,yanık tenli söz takıldı dilime
Özgürce yanan ,ağladıkça yağan iki kelime
Attığım çiçekler yine bir bir düştü elime
Lanet görünen evin kalın duvarlarından sızan renge
Bak bana iyice ,bugün aşık oldum ,ol bana teselli
Susmuş plastik çiçeği sattı ,plak ve hasretin
Vagon boşluğunda naylon şiirler yazar Biri
Belirsiz bir ray güzergâhı olur asaletin
Seni parça parça birleştirip, kalbimde var ettim
Orada kal ,bu Biri gider şimdi cenk vakti
Sözüm tuvaldir ,aldım taa gökyüzüne nakşettim
Asit oldum yağdım üstlerine ,vahşettim
Ne demiş gel de halime bir bak ,burda neler var
Sathı müdafaa yok, hattı müdafaa var
Toplu halde gelin farketmez, veled-i zinalar
Bak sol elime mermi bahşetti, O'dur zülfikâr
Tütünlü bir akşam karanlık bozmuş diyeti
Pıhtılaşan hayat, pıhtılaşan kanıma, nedir niyetin
Ani acıyınca canın ,nasıl solar silüetin
Söyleyemedim, söyletmediler bir tane ayeti
Darwin haklı çıktı, tek asırda insan değişti
Fikir sistemi gelişti, insan parayı bulunca değişti
Kaçırdı gözlerini, kalp atışları arşa yetişti
Yaşamlarına şekil veren,din değil, dandik bir özdeyişti
Hain Hakk'a karşı geldi, sözü pek mert
Bize işlemez cahil
Yolunu şaşırmış, gelir yanıma köpek misali
Bizi dişlemez cahil
Küçük beyniyle küfre düşer ,bilmez
Kaderi düşlemez cahil
Merkezinde alimi olan adam ,gelip de
Bize kişnemez cahil

Abdülaziz Akkoyun


12 Aralık 2012 Çarşamba

Gemileri Yakma Vakti


Zaman akıyor, tarih sürekli değişiyor. Evren her bir zerresine kadar sürekli değişim içinde. Biz de bu değişim furyası içince kendimizi teslim etmiş, adeta nehre kapılmış dal parçası gibi, değişim nereye akarsa oraya gidiyoruz. Aykırı duruşumuzu uzun zaman önce kaybetmişiz. Konuşmuş, bağırmış, sonunda susturulmuşuz. Düşünüyoruz; çevremizdeki olaylar hiç hoşumuza gitmiyor, belki içimizde fırtınalar kopuyor ama iş itiraz etmeye gelince -içimize sonradan yerleştirilmiş- otokontrol mekanizması devreye giriyor. Sonra “aman yavrum her doğru her yerde söylenmez” diyen ebeveynler ve ardından derin bir sessizlik…

Belki doğruları söylemek için hep zaman-mekan uygunluğunu beklediğimiz için şu an yalanların yanlışların içinde yaşıyoruz. Öyle yaşıyoruz ki durup düşünsek her bir hareketimiz için bin yıl pişmanlık yaşayacağız. Belki bu yüzden düşünmekten korkuyoruz. Gözlerimizi kapatmak, kulaklarımızı tıkamak daha kolay geliyor. Konuşmaktan, hareket etmekten öyle bir korkmuşuz ki düşüncelerimiz bile boyunduruk altına girmiş. “aman canım biz de kendi çapımızda iyiyiz hoşuz, bu devirde yeter de artar bile” diye kendimizi avutmaya çalışıyoruz. Bir nevi “bana değmeyen yılan bin yaşasın” mantığındayız.  Hatta işi öyle ilerletmişiz ki sadece “tepkisiz” kalmakla yetinmiyor, üstüne bir de duyarlı vatandaş(!) vazifesi yapmaya kalkıyoruz. Belki yeterince bilinçlenmek için çalışmadığımızdan, belki bilinçlenmeye korktuğumuzdan; yaşadığımız gibi inanmaya başlamışız. Öyle duyarlıyız ve öyle mantıklıyız ki aklımızda kuytu köşelerde kalan sorulara verdiğimiz cevaplar “sakallı adama toplum kötü bakar, gerek yok” tan başlıyor, “programlarımızı namaz vakitlerine göre ayarlayamayız şartlar müsait değil” e hatta “İslami yaşantı için gerekli dünya düzenine sahip değiliz”e gidiyor. Şartların olgunlaşmasını bekliyoruz ama biz bekledikçe inancımız köreliyor, idrakimiz ve vicdanımız çürüyor, derece derece kararıyoruz.

-Artık bu karanlıkları yırtacak ışığı yakmanın, cesaretimizi toplayıp ayağa kalkmanın, üzerimizdeki ölü toprağını atmanın, sahip olduğumuz gücü fark etmenin, akıntıya karşı direnmenin vakti gelmedi mi?..

Mustafa Rahmi Koç

11 Aralık 2012 Salı

YOL


zulamda duruyor mefhumum
lisanım el vermez,
anlatamam ki bir köre "kağıt beyaz"
kör görmez dostum, sağır duymaz!

delikanlı çağım işte, deli!
kanı mecnun olanın,
eksik olur mu derdi kederi?

böyle bir gecede yaktım işte tüm gemileri
tüm vasıtalar şiir oldu,
tüm gemiler batma ihtimaliyle
çıktı yola.
var idiyse bir ihtimali, varmak menzile,
garanti vermeliydi Nuh peygamber:
"batmaz bu gemi!"

şimdi bir türkü doluyorum dilime:
Hikaye uzun, teşbih derin.
Yol, aydınlatanın,
yok yürüyeni!

*Ahmed Doğan

30.11.12 / 16 Muharren 1434

4 Aralık 2012 Salı

Kar Tanesinin Hikayesi



Gri bulutların buluşma yeri bir orman üzeriydi bu kez.Yılın tamamında büründüğü yeşil örtüyü üzerinden atmayan ağaçların üzerine iniyordu kar taneleri.Her biri bir sanatkârın itinalı ellerinden çıkan eserleri andıran ve birbirine hiç benzemeyen bu küçücük tanecikler, buluttan ayrıldığı andan itibaren bir gelin edasıyla süzülmeye başlıyor, ahenkli bir ritmin içerisinde buluyordu kendisini...

Yolculuğun bitişiyle gelen vuslat anı.Beyazın yeşile o ilk dokunuşu.Bir bebeğin annesinin elini ilk kez tutuşu gibi.Dua için semaya kalkan ellerin cevap buluşu gibi.Yeşilin beyazla renklenişi...Her bir yaprağın üzerine özenle yerleştirilen şeker kristalleri gibi bembeyaz ve ışıltılı görünüm.Denizin pamuğumsu köpüklerinin ağaçların üzerine ulaşıp oradan konakladığını hissettiren, baktıçka huzur veren görsel bir şölen.Soğuğun en sıcak en tatlı yanı.Özlemle beklenen karın, benzersiz kârı...

Gecenin huzurlu gölgesinde geçirilen mutlu bir anı.Fakat işte güneşin yükselme anı.Ayrılığın habercisi.Dostun bünyesinde eriyecek kar tanesi.Sonraki buluşmanın tarihini veremese de, beklemesini istediğini ima edercesine, dostuna vereceği son şeyi, özünü vermesi.Ve yitip gidişi.Giderken kalanı diriltişi.İşte bir kar tanesinin hikayesi...

Elif Apaydın