Beyaz eldivenlerini giyindi. Balkondan göz atıp
insan”cık”lara “hıhh” deyip savurduğunda paltosunu, kestirememişti devrimi…
Beyaz eldivenlinin uzaklarında, tellerin ardında uçuşuyordu
küçük uğur böceği.
İçlerinden geçen ölüm toplarını tutamadıkları, engel
olamadıkları için bulutların dahi içi burkulmuştu da olabildiğince
uzaklaşmışlardı suçluluk duygusuyla kentten…
Ve uğur böceklerinin cirit attığı topraklarda büyük adam
olabilmek için debelenen geleceğin elit kesiminin hiç haberi olmamıştı tüm
bunlardan. Büyük adam olabilmek için gereken yolların kaldırım taşlarından
hiçbiri değildi çünkü uğurböcekleri, tel örgüler, silahlar, devrim türküleri,
ıslıklar…
Tellerin ardında kalan coğrafyayı konu alan bir haber
hazırlamaya çalışmıştı bir gazeteci saatlerce. Tüm sözcükleri kullanmalıydı ki
oradaki acıları, korkuları, umutları ve yakarışları iyice hissettirebilsindi.
Sözcükler yetmediği yerde yenilerini türetmiş, tüm alfabeyi kullanmıştı. Kulaklarını
beyaz pamuklarla tıkayanların gözüne batmalıydı harfler…
Birileri ninniler yakıyordu uyutmak için büyük adam olacak
çocuklara ki duymasındı kulakları rocktan poptan sefadan başka ses ve
görmesindi gözleri rengarenk şatafattan gayri bir renk… ve bilmesindi ‘küçük’
beyni bilimin yüceliğinden başka yüce…
Küçük uğurböceği korkmuştu tellerin ardında olup bitenlerden
ve geçmemeye niyetlenmişti öteye…
Seyrekte olsa biraz atıştırsaydı yağmur diye iç çekedursun
toprak, bulutlar uzaktan seyrediyordu; hiç yanaşmıyordu tozun dumana karıştığı
bu siyaseti, gündemi, aşkı, sevdası, sözcükleri karışık kente…
Eldivenlerini çıkarmadan dokunuyordu eşyalara ve insanlara
‘beyaz’ adamın buğday tenli uşağı… Beyaz pamuklarla kan kokusuna tıkadığı burnu
öylesine öfke soluyordu ki ateşe yürüdüğünü kestirmiş miydi?
Göğün cömert kucağında bir çift kanat çırpan serçeye dahi
hasret gözlerden yaş eksik olmamıştı şu günlerde. Dudakların arasından çıkan
dualar umudunu da acısını da bir an olsun yitirmemişti. Ve uğur böcekleri,
serçeler, kelebekler, bulutlar yollarını değiştirmişti…
Beyaz eldivenli adam eldivenlerini sıkıca kavradı…
Uğur böceği uğur dilemedi ebetteki tellerin ötesindekilere;
dua dururken uğur yeni modaydı beyazların dilinde…
Bulutlara da bir hükmeden vardı elbette, uğur böceklerine,
kelebeklere, serçelere ve pek tabii “eşrefi mahlûkat” insan”cık”lara da…
Sözlerin üstünde bir söz, güçlülerin üstünde bir en güçlü vardı… Herkes
oturduğu yerde bir mucize bekler gibi seyrederken olup biteni, hesabın yakın
olduğunu kimse kestirememişti…
Büyük adam olma “asfaltında” otomobilin gazına basan hırslı
kuşağın kulağına hiç hoş gelmemişti yanlışlıkla açtığı “intifada“ marşı da
frekansı çevirivermişti…
Emri “yüksek” yerden alan kuvvetli bir rüzgâr çıktığı
sıralarda uğur böceği artık tellerin ötesindeydi, evdeki niyet zamana
uymamıştı… Ve bulutların biriktirdiği bereketi indireceği yeni toprakları vardı
şimdi…
Beyaz eldivenli adam son kez balkonundan “hayalet” şehrine
baktığını bilememişti… Balkondan göz atıp insan”cık”lara “hıhh” deyip
savurduğunda paltosunu, kestirememişti devrimi…
Beyaz eldivenli adam son kozlarını da tüketmek üzereydi.
Seyir değişmişti tellerin ardında.
Gazetecinin devrimin neferlerini yazması yakındı…
Ninni yakanların emelleri ellerinde kalmıştı ki yalancı bilimden
yüce bir yüce vardı…
Ve bir anne dizine yatırdığı oğlunun saçlarını okşarken
ninni niyetine şöyle demişti “ sakın ha uyuma, büyük adam olma yavrum!”…
Büşra Apaydın
Büşra Apaydın