14 Ağustos 2012 Salı

NİNNİ



Beyaz eldivenlerini giyindi. Balkondan göz atıp insan”cık”lara “hıhh” deyip savurduğunda paltosunu, kestirememişti devrimi…
Beyaz eldivenlinin uzaklarında, tellerin ardında uçuşuyordu küçük uğur böceği.
İçlerinden geçen ölüm toplarını tutamadıkları, engel olamadıkları için bulutların dahi içi burkulmuştu da olabildiğince uzaklaşmışlardı suçluluk duygusuyla kentten…
Ve uğur böceklerinin cirit attığı topraklarda büyük adam olabilmek için debelenen geleceğin elit kesiminin hiç haberi olmamıştı tüm bunlardan. Büyük adam olabilmek için gereken yolların kaldırım taşlarından hiçbiri değildi çünkü uğurböcekleri, tel örgüler, silahlar, devrim türküleri, ıslıklar…
Tellerin ardında kalan coğrafyayı konu alan bir haber hazırlamaya çalışmıştı bir gazeteci saatlerce. Tüm sözcükleri kullanmalıydı ki oradaki acıları, korkuları, umutları ve yakarışları iyice hissettirebilsindi. Sözcükler yetmediği yerde yenilerini türetmiş, tüm alfabeyi kullanmıştı. Kulaklarını beyaz pamuklarla tıkayanların gözüne batmalıydı harfler…
Birileri ninniler yakıyordu uyutmak için büyük adam olacak çocuklara ki duymasındı kulakları rocktan poptan sefadan başka ses ve görmesindi gözleri rengarenk şatafattan gayri bir renk… ve bilmesindi ‘küçük’ beyni bilimin yüceliğinden başka yüce…
Küçük uğurböceği korkmuştu tellerin ardında olup bitenlerden ve geçmemeye niyetlenmişti öteye…
Seyrekte olsa biraz atıştırsaydı yağmur diye iç çekedursun toprak, bulutlar uzaktan seyrediyordu; hiç yanaşmıyordu tozun dumana karıştığı bu siyaseti, gündemi, aşkı, sevdası, sözcükleri karışık kente…
Eldivenlerini çıkarmadan dokunuyordu eşyalara ve insanlara ‘beyaz’ adamın buğday tenli uşağı… Beyaz pamuklarla kan kokusuna tıkadığı burnu öylesine öfke soluyordu ki ateşe yürüdüğünü kestirmiş miydi?
Göğün cömert kucağında bir çift kanat çırpan serçeye dahi hasret gözlerden yaş eksik olmamıştı şu günlerde. Dudakların arasından çıkan dualar umudunu da acısını da bir an olsun yitirmemişti. Ve uğur böcekleri, serçeler, kelebekler, bulutlar yollarını değiştirmişti…
Beyaz eldivenli adam eldivenlerini sıkıca kavradı…
Uğur böceği uğur dilemedi ebetteki tellerin ötesindekilere; dua dururken uğur yeni modaydı beyazların dilinde…
Bulutlara da bir hükmeden vardı elbette, uğur böceklerine, kelebeklere, serçelere ve pek tabii “eşrefi mahlûkat” insan”cık”lara da… Sözlerin üstünde bir söz, güçlülerin üstünde bir en güçlü vardı… Herkes oturduğu yerde bir mucize bekler gibi seyrederken olup biteni, hesabın yakın olduğunu kimse kestirememişti…
Büyük adam olma “asfaltında” otomobilin gazına basan hırslı kuşağın kulağına hiç hoş gelmemişti yanlışlıkla açtığı “intifada“ marşı da frekansı çevirivermişti…
Emri “yüksek” yerden alan kuvvetli bir rüzgâr çıktığı sıralarda uğur böceği artık tellerin ötesindeydi, evdeki niyet zamana uymamıştı… Ve bulutların biriktirdiği bereketi indireceği yeni toprakları vardı şimdi…
Beyaz eldivenli adam son kez balkonundan “hayalet” şehrine baktığını bilememişti… Balkondan göz atıp insan”cık”lara “hıhh” deyip savurduğunda paltosunu, kestirememişti devrimi…
Beyaz eldivenli adam son kozlarını da tüketmek üzereydi.
Seyir değişmişti tellerin ardında.
Gazetecinin devrimin neferlerini yazması yakındı…
Ninni yakanların emelleri ellerinde kalmıştı ki yalancı bilimden yüce bir yüce vardı…
Ve bir anne dizine yatırdığı oğlunun saçlarını okşarken ninni niyetine şöyle demişti “ sakın ha uyuma, büyük adam olma yavrum!”…

Büşra Apaydın

12 Ağustos 2012 Pazar

Bİ-İZNİ HUDA ÇEKTİM KALEMİ




Çektim tozlanmış  kınından  kalem-i Ali yi, şimdi  anlatıyorum  size  birde  benden  dinleyin  İslam-ı Alemi

Kiminin  kimliğinde  yazan  Müslüman                  Kimi  eder  zina-i nazar
Kiminin  annesi Ayşe,babası  Hasan                       Kimi  zulmeder  koymaz  mezar
Şeyhlerinde  az  bulunur  noksan                            Kimi de  kimine  tuzak  kazar
İslam-ı  Alemi  benden  dinleyin                             İslam-ı  Alemi  benden  dinleyin

Kiminin elinde  tesbih  dilinde zikir                       Kimi  babaya  asi  olur
Kimi de hiç  gözetmez  fakir                                    Kimi  aldığın  emanet korur
Kimisi  uçmuş   olmuş  zakir                                   Kimi  düşünde  Rasul’ü  görür
İslam-ı  Alemi  benden  dinleyin                            İslam-ı  Alemi  benden  dinleyin

Kiminin  dilinde  Kur’an                                         Bu garip  kul  olmaz  mağrur
Kimi  namaz  kılmaz  bir an                                    Korkar  cahimden  kıyama  durur
Bir de düşmez  dilinden  yalan                               Bir de en  cahil olduğun  bilir
İslam-ı  Alemi  benden  dinleyin                           Bir de  beni  benden  dinleyin

Kimisi  bulunmaz  veli
Kimi  hoş  tutmaz  gönlü
Kimi  her gün  her  yönlü
İslam-ı  Alemi  benden  dinleyin

Kiminin  gözünden  yaş  dinmez bir an
Kimi  de  yenilir  nefsine , olur  talan
Kiminin  dilinde her  an  bühtan
İslam-ı Alemi  benden  dinleyin


Ali  Ramazan  Kafalı




9 Ağustos 2012 Perşembe

BİZ


gelsin gelsin artık
o sevdalandığımız çağ.
(rimbaud)

umudun beline yağmur kuşaklar bağladık.diz çöküp üzerine oturduğumuz bulutlardan,
çocuklarını seyrettik dünyanın.bir yaşamayı çalmakdıysa kurşunların niyeti o
namluyu aşkımızla tıkadık.zalimini işledik herkesin beynine.her mazlumun eline
tutuşturduk isyanını.annelere vereceğimiz müjdeleri koyduk sepetlere.her allahı
olana,sevmeyi bellettik.özgürlüğün çayını ektik dağlara.bir kıvrımdan bir heceden
aşka otağ yaratanlar olduk.şiirimiz ki anlaşılmaya mecburdu.onu biz okuduk beton
alınlar karşısında.filmin sonuna herkesin kendini vardırdık.temmuz güneşlerinden
yaptığımız selamları çaktık dik duruşumuzla, elimizde olmayan ihtiyarımıza.tekbirler
ki yetti susuz bakışları bir etmeye.kuşları alıp kedi ağızlarından,yeniden uçurduk
ayetlerle. rüzgarlar ne taşıyorsa gözlerimizden içeri,sahip çıktık onlara.aşkımıza,
yenilgimize, vurgunlarımıza...sahip çıktık.sonra çay bardağını aşkla tutmayı öğrettik
diğerlerine. sonra yenilgimize de aşık olduk.kuru patlıcan seslerinde uzak ülkelerin,
güzel kızlarının,başlarının,yazmalarına bağlanmış cenkleri bulduk.kendinin kendisiyle
kavgasından daha büyük bir savaşın mümkünsüzlüğünü gösterdik onlara.kavun
kokularından yelpazeler yaptık.dutları gerdanlara taktık.mezar başlarını erik ağaçsız
bırakmadık.gitmek istediysek gittik.bir çift göz bakacaksa net bakmalıydı.gözlerdeki
bütün grilikleri erittik günahların sıcağında.nereden bir mey kokusu almışsak oturduk
onu anladık.filozoftan öğrenmiştik kendimize katlanmayı.katlandık.pişmanlıklarımızı
sevdik.ve yaktık bütün tabansızlıklarımızı.kanı devrim ve limon kokan şairden
okuduk. anlattık durmadan,aklımızdan çıkmayan,beynimizden beslenen yolu
öğrendiğimiz adamları.suç koltukta mıydı oturanda mıydı,bilemedik ama o koltukları
da yaktık naralarımızla.mevsimin sıradan bir sabahında zeytin toplamayı hak
edecek birisi çıkarsa karşımıza,belki sonraki tüm bozumlarda bir oluruz onunla
belki diye bekledik.bundan sonra inanılır mıydı bir daha,onu da bilemedik.bu acı
geçiyor muydu onu da. ama biz inadına inandık.inadına.dünyaya söylenecekleri
söyleyecek bizdik.sadece bir tane hayatımız vardı ve şimdi yapmayacaksak ölünce mi
yapacaktık.biz yaşamayı kafamıza takmış,kalbimize koymuş,gözümüze almıştık.

ümmügülsüm altıparmak

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Hafız'a


Evvelce

Sana gönül dolusu selam getirdim
Ömrümün en meçhul iklimlerinden
Göğün altınca muhabbet biriktirdim
Gönül kapaklarım açıldı uyandım 
bir gaflet sabahı.
Rasyonal ne varsa efendim 
Ben bu bahçede yitirdim.

Oysa

Onun ikliminde nakşoldu halka
Kervan göçeli asır oldu
İpi koptu tesbihin, dağıldı halka
Halık’ı unuttuk daldık halka
Asra, saadet ihtiyacı hasıl oldu.

Sonra?

Doldurduk sandık boşaldı mı dersin?
Sandıkta hile var dediler,
Ben bilmem daha oraya gelmedi dersim.
Bir daha gelsem şu dünyaya
Mazlum olur adım, mezalimdir soyadım
İskilip’tir şehrim, başörtüm namusum
memleketim Dersim.

Hasılı 

Elbette buhrandır geceler, 
Elbette gözü oyulsundur zalimin!
Elbet güneş tutulur bir gün, 
elbet yarasalar öğle vakti avluda geceler.

Ahmed Doğan 


Kaynak: www.defterk.com

 










BURASI FİLİSTİN!


Babamı tutukladılar direnişçi amca ,hapse koyacaklarmış onu.Filistin bayrağı açmış bugün
Mescid-i Aksa’da .Mescid-i Aksa Muhammed (s.a.v)in demiş , Mescid-i Aksa Rasul’ün ümmetinin
demiş.’’Burası Filistin’’ demiş.Gördüm annemde ağlıyordu az önce ,annem ağlarsa bende
ağlarım direnişçi amca.Sen annemin ağladığını babama söyleme olur mu babam sakın
duymasın olur mu?Babama ne yaparlar direnişçi amca, onun namazlarını kılmasına izin
verirler mi peki ?Abimi de ben doğmadan önce götürmüşler acaba babamı da mı aynı yere
götürdüler?Ya babamın silahı o ne olacak ?Babam silahını almadan çıkmazdı evden, onu her
gün temizler ve onun kardeşim olduğunu söylerdi bana.

Bugün on dokuz yaşıma girdim ve babam da hala dönmedi, abimde…

Annem de bırakıp gitti beni,öbür tarafta annelerin kaldığı yere.

Ben çocukluğumda babamın elinden tutamadım, uçurtma da uçuramadım.

Bir keresinde top oynarken arkadaşım Halit yere düştü,

Ben de anlamadım, durup dururken yığılıverdi olduğu yere , üstelik gözleri de kapanmıştı.

Annesi hemen yanına koşup kapanıverdi üzerine,kucağına aldı onu ve ağlamaya başladı.

O günden sonra Halit bir daha top oynamaya gelmedi bizimle,

Küsmüş müydü bize acaba ?

Sonradan öğrendim öldürmüşler onu ,annesi ondan ağlıyordu demek.

Bu gün on dokuz yaşındayım, abimin götürüldüğü yaşta ,elimde babamın kardeşim olduğunu
söylediği silahı.

Hedefimde bir İsrail karakolu, yanımda direnişçi amcam ,elimde kardeşim.

Haydi göreyim seni kardeşim !

Telsizden İsrail askerlerinin yardım feryatlarını duyuyordum.

Kardeşim çok sinirliydi ,direnişçi amcamda öyle ve galiba ben de…

Derken telsizde konuşmaz oldu ve bir sessizlik, emin olduktan sonra,

Yaklaştık çakal yuvasına.

Tam o sırada babamı gördüm , annemle beraber,yaklaştı ,tuttu elimden,

Direnişçi amcam kararıyordu,üzerimde ki Filistin bayrağı hariç,bir de üşümeye başlamıştım
galiba,

Son olarak gözlerimde bir el kulağımda çınlayan bir söz,

‘’Burası Filistin!’’

Ali Ramazan Kafalı