-Arkanda! Kaç, çabuk, vurulacaksın!
-Öldürdüüüm!
Yatağa fırlattı playstation kolunu. Arkadaşıyla el çakışıp
bir sonraki leveli başlattı.
Bu kadar kolaydı öldürmek, bu kadar haz vericiydi… Öldüğü zamanlarda olmuştu ama olsun leveli
yeniden başlatabiliyordu, 3 canı vardı. Acımasız olan kazanırdı.
“Yediği önünde yemediği arkasında” olmasa da âlâ yemekler
yapan annesi, internet paralarını ödeyen babası vardı. Eline tabanca versen
tutamaz, tetiğe dahi dokunamaz belki ama oyundaki tüm silahların adını sanını
hangisinin daha iyi olduğunu, kurtulmanın tüm stratejilerini bilirdi.
***
-Arkanda! Kaç, çabuk, vurulacaksın!
Soluk soluğa kalan küçük yüreğine elini basıp duvarın önüne
sindi. Bugün de ölmemişti… Yeniden yaşama dönmesinin mümkünü de 3 canı da yoktu
onun! Onun coğrafyasında tek seferliğine ölünüyordu. Stratejileri yoktu
kurşunlardan ve bombalardan kurtulmanın, çünkü ölüm küçük kardeşiydi elinden
tutup yanında götürdüğü. Zafer de ölüm de “bugün olmazsa yarın, bir gün
mutlaka”…
***
-Felaket! Haberin var mı popun kralı bu haftanın rüküşü
seçilmiş!
Hararetli hararetli
anlatmıştı arkadaşına biraz önce magazinde izlediğini. Onun için haberler; “ünlüler”
ne yapmış, ne giymiş, nerde kimlelermişden ibaretti. Filistinli Fatma nerde,
Afganlı Şamil nasıl hiç düşünmemişti şimdiye değin. Ramallah desen kıyafet
markası sanırdı. Bi’ milyon yıl öncede kalmıştı muhakkak ki hakiki ünlülerin
şehit olan Fatmalar ve Şamiller olduğunu bilmiyordu.
***
Aklını avucuna almış ellerinin arasında ovuşturuyordu… Tak
diye gösterdi Naypyidaw’ı.
Birçoklarının adını dahi duymadığı ülke Myanmar’ın
başkentini… Alkışlar koptu sınıfta, gururla oturdu sırasına. Coğrafi bilgisine
çok güvenirdi. Lakin adlarını bilip haritada tak diye gösterdiği o
coğrafyalardaki insanların yaşama tutunmak için verdiği mücadelelerden,
çektikleri ıstıraplar bihaberdi. Gerçi önemi de yoktu oralarda kimlerin yaşayıp
kimlerin göçtüğünün, kutsal olan kuru ezberi bilgiydi onun için.
***
Gözlerini kapayıp avuçlarını açtığında dilinden hiçbir kelam
dökülmüyordu artık. İdrakindeydi imtihanının. Aralamaya çalıştı dudaklarını,
günlerdir damağına yapışan susuzluk izin vermedi açmasına, kalbini konuşturdu
bu kez:
-Rabbim, milyon yıl geriden mi geliyor etrafımızdaki
insanlık? Varlığımızdan bihaberler mi? Topraklarımızın barındırdığı zenginlikleri
çalıp kaçarlarken suyumuzu da mı sömürdüler? Ve yoksa ahımız mı tuttu da kör
oldular görmezler mi, sağır oldular duymazlar mı bizi?
Bitmeyecek hikâye ve döndükçe dünya birileri hep geriden
gelecek, duymayan, görmeyen, bilmeyen… Büyük
hayaller kurmaya fırsatları olmayan çünkü mücadelenin ortasına doğan yaşamların
hemen kıyısında onların umutlarından, feryatlarından, düşlerinden, acılarından
ve sevdalarından habersizce bi milyon yıl geriden gelen bir hayat var…
Büşra Apaydın
Büşra Apaydın